Uzunca bir sürenin ardından selamlar. Malum, ülke bir seçim sürecinde, biz de elimizden geldiğince düşündüğümüzü anlatalım istedik. Yazmaktan uzak olduğum süre zarfında daha çok düşünmeyle meşgul oldum. Sigorta sistemini, EYT’yi, vergi toplanması sürecinin teorisini ve pratiğini, dolaylı ve doğrudan vergileri, piyasa ekonomisini, borsayı ve daha pek çok şeyi. Gördüğüm şu ki, ekonomi denilen olgu; istatistiğin, teorinin, analizin çok daha önünde neredeyse tümüyle güven ve istikrara dayalı bir unsur. Zira piyasanın kendisi, market ekonomisini değiştirmeye kalkmadığınız sürece, politika faizi yahut piyasa faiziyle, diğer yandan ithalat çıktıları yahut ihracat girdileriyle, ne bileyim, sanayi üretim endeksi veya devlet iç borçlanma senetlerinin sektöre göre dağılımıyla fazla ilgilenmez. Elbet, bunların etkisi olacaktır ancak bugün geldiğimiz konuma getiren unsurlar ekonomi üzerindeki, akademik yönüyle yanlış yönetim değildir.
Bu noktadaki ana etken, mevcut hükümetin ekonominin siyasetini ve özellikle bunun uluslararası yönünü yanlış oynaması. Eğer siz dövizi kontrol altında tutabilmek için faizi yükseltip (18 Mart 2021 PPK), bunun ardından Merkez Bankası Başkanını görevden alırsanız (20 Mart 2021 Naci Ağbal’ın görevden alınması), hem düşürmek istediğiniz döviz değerini yükseltmiş, hem düşürmek istediğiniz faizi yükseltmiş, hem düşürmek istediğiniz enflasyonu yükseltmiş olursunuz. Ekonominin kendi özünde bir siyaseti vardır. Ekonomiyi, ülke içinde ve dışındaki siyasi ayak oyunlarına meze ederseniz, işleyemeyen bir ekonomi ve bu sebeple galeyana gelmiş bir halkla karşılaşırsınız. Bugün dövizin geldiği nokta tamamen ekonomik mi? Hayır, değil. Sonuca sebep biçmeyi bırakın. Sebep oluşturarak sonuca gitmeye çalışın. Sonuç liranın değerinin düşmesi, o halde bu, akademik manada, “ekonomi yönetimi tamamen yanlış olduğuna delalettir, ben size demiştim” demek, hiçbir ilerleme katetememenize sebep olur.
Türk ekonomisinin problemi; sanayisi, endüstrisi, ar-gesi, tarımı yahut istihdamı değildir. Ayak oyunlarına alet edilen, ideolojilerin ve gündelik gündemlerin eline oyuncak edilmiş üstünkörü işleyen yapısıdır. Tüm bunlar bir araya geldiğinde, siyasayı memnun etmek için hırpaladığınız ekonominin, siyasanın memnuniyetsizliğine bir sebep olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Bu da içerisinden çıkmanın güç olduğu bir dairesel sürece itiyor bizleri. Halk galeyana geliyor, ekonominin ufalacağı ve enflasyonun artacağı kaygısıyla bilinçsiz alımlar yapıyor, fiyat algısını yitiriyor; bundan sebep enflasyon ve döviz daha da artıyor ve bir dairesel çıkmaza daha giriliyor.
Dostlar, şunu unutmayın, sakin süreç yönetimi, bir hükümetin yapabileceği en akıllıca iştir. Masaya yumruğunu vurmaya kalkmak suretiyle yapılacak bir şovmenlik yahut otoriteyi kurabilmek için yapılacak bir görevden “affını isteme” süreci, hem çok önem verdiğiniz o ayak oyunlarına, hem de memnun etmeye çalıştığınız iç dinamiklere hizmet etmez. Belki sosyal medyada birkaç kişi liderliğinizin kuvvetini övebilir, ancak ondan öteye geçmez. Histeriyle, öfkeyle, hırsla, inatla finans yönetimi yapılmaz. Zira yapılırsa, kendi yarattığınız tüm bu etmenlerden sebep, yaptığınız iyi işlerin dahi halk nezdinde bir karşılığı kalmaz. Öyle ki, bugün OECD ülkeleri arasında en az gelir vergisi alan ülkelerden biri olan Türkiye’de, doğrudan vergilerin çok olduğuna dair bir algı oluşuyor. Kendinize en büyük zararı yine kendiniz veriyorsunuz, başka kimseyi suçlamaya, günah keçileri aramaya yahut dış odaklar aramaya lüzum yok.
Önümüzdeki bir hafta içerisinde vergiyle alakalı bir yazı yayınlayacağım, sosyal medya araçları üzerinden haberdar ederim.
Utku Asker.