İnsanlar hukuku bir dava özelinde yahut bütünsel bir sistem olarak eleştirirken duygusal düşünerek hukukun işlemesini ve esas düzeni sağlayan unsuru, objektifliği yitiriyor. Birtakım ahlaki yargılar sebebiyle, henüz dava sonuçlanmadan, mevzuyu, kendi içlerinde muhakeme ederek sonuca varıyorlar. Fakat gerçekler ahlaki yargı içermez, yalnızca hakikati beyan eder. Hakkında ne düşündüğünüzün ne hissettiğinizin bir önemi yoktur. Bir sanığın, sözde suçu işlerken ne düşündüğünün, onun iyi ya da kötü biri olmasıyla bir ilgisi yoktur. İyi ve kötü üzerindeki yorumların, ne kadar önemli olurlarsa olsunlar, mahkemede yeri yoktur. Dolayısıyla hukuk değerlendirmesi yaparken, evvela objektif bir tutum sergilenmeli; dava sonucu yönündeki tutum ise mahkemedeki hakikat arayışı sürecini titizlikle değerlendirmek suretiyle belirlenmeli, bütünsel bir hukuk çıkarımı yapabilme yetisi de bu vesileyle edinilmelidir.
Hukukun niteliği nedir, biz hukuktan ne istiyoruz, hukuk bunu nasıl uygulayabilir? Bunlar, hukukun işleyişini değerlendirme niyetinde olanların evvela kendilerine sormaları gereken, mevzuat ve anayasa oluşturma görev ve isteğine grupların ise, ortaya çıkarmak istedikleri kuralları belirleme noktasında münazara konusu etmeleri gereken hususlardır. Hukukun bu değerlendirmelerin üzerine kurulması gerektiği düşünüldüğünde, değerlendirmeyi yapacak kişi, kurum yahut kuruluşların liyakati noktasında emin olunmalı, objektiflikleri kesin olarak sağlanmalıdır.
Hukukun niteliğini belirlerken, toplumun yapısını göz ardı edip, toplama hukuk kurallarını halka empoze ederseniz, çalışmayan bir hukuk ve uyulmayan bir kurallar bütünüyle karşılaşırsınız. Öyleyse, hukuk düzeninin, toplumu doğru değerlendirme liyakatine sahip bir grubun çalışmasıyla ortaya çıkarılacak bir demografik rapora binaen inşa edilmesinin önemi su götürmezdir.
“Hukuktan ne istiyorsun?” sorusunun cevabı genel suretiyle “Sorunumu çözmesini istiyorum.” dur. Pekâlâ, hukuk nasıl sorun çözücü bir unsur olur? Hukukun sorun çözücü nitelikte olmasının sebebi var olup öylece durması değil, uygulayıcı aktörünün devletin bizzat kendisi olmasıdır. Dolayısıyla, toplumun niteliklerini göz ardı edip, sorumluluktan kaçmak adına, bu sistem ne de olsa çalışıyor diyerek direkt hukuki sistem almak, onu sorun çözücü olmaktan uzaklaştırır. Zira bu, ortaya konulan sisteme birtakım sebepler dolayısıyla -kuralın çokça çiğnenmesi sebebiyle cezai hükmün güvenlik kollarınca uygulanmaması, göz ardı edilmesi ve benzeri durumlar- uygulayıcı unsurun eksikliği sonucu uyulmayan kurallar bütününü ortaya çıkarır. Dolayısıyla, bunun gibi, devletin kendi eliyle problem yarattığı durumlarda hukukun doğru işleyememesi gayet normaldir. Devlet mevcut durumu ve halk serzenişlerini iyi analiz ederek gerekli mercilerde, gerekiyorsa yeni yönetmelik ve mevzuatlar ile çözüm yoluna gitmelidir.
Hukukun bahsettiğimiz çerçevede belirlenen kuralları uygulatma yolları nasıl olabilir? “Polise 20 kez gittim sonuç alamadım, 10 kez dava açtım sonuç alamadım” gibi serzenişleri gördüğümüzde, burada vuku bulanın hukuki bir sistemsel problemin yanında, güvenlik kollarının ve yargı unsurlarının uygulama pratiğindeki hata ve yanlışlar olduğu kanaatine varmamız son derece normal bir hal alıyor. Dolayısıyla, bu kollardaki uygulama pratiklerinin oluşma sebeplerini araştırmak, önüne geçmek ve gerekiyorsa bütün olarak değiştirmek adına yüksek bürokratik seviyelerden itibaren yönetmelik düzenlemelerine gidilmesinin gerekliliği görülmektedir.
Sonuç olarak, tüm bunları değerlendirdiğimizde, evvela hukuki düzenleme yetkisi olanların, daha sonra bizlerin kendimize sormamız gereken soru, mevcut problemlerin hukuki birer açmaz sonucu mu, yoksa uygulama pratiklerinin yanlış ve eksiklikleri mi olduğudur. Varılan kanı da hukuki düzenlemelerin ortaya konmasının ilk ve en önemli adımı olacaktır.
Utku Asker.
Ziyaret Edilen Diğer Yazılar